KAYNAK: Alibeyoğlu, Meltem Ceylan. (2006). Erikler ve çocukluğum. Buğday Ekolojik Yaşam Dergisi, (39).
ERİKLER VE ÇOCUKLUĞUM
Benim çocukluğumda, yaşadığımız mahalledeki meyve ağaçlarından olmamış da olsa meyveleri koparan, koparma sürecince ağaçlara zarar veren çocuklar ve onlara kızarak seslenen teyze/amcalar vardı.
Oysa şimdi görüyorum ki aynı ağaçların üzerinde kızarmış meyveler duruyor ve kimse, hiçbir çocuk bunlarla ilgilenmiyor artık.
Hangisi daha iyi bir durum bilmiyorum ama arada geçen bu kısa süreçte değişen bir takım sosyal normların olduğu kesin. Evet artık günümüzde çocuklar, bahçede/sokakta sek sek ya da misket oynamaktan çok, bilgisayar oyunlarıyla zaman geçiren, ki bu oyunlar çoğunlukla şiddet içerikli-, hafta sonu eğlencesi alışveriş merkezlerinde sinema izlemek olan, ev yemeklerinden çok fast food kültürüyle beslenen bireylere dönüşüyorlar. Sosyal bilimcilerin çoğu zaman dile getirdiği gibi bu aslında kısmen yadsınamaz toplumsal bir değişim.
Sorun aslında, bizim ve eğitim sisteminin bu değişimin neresinde olduğu. Neresinde kalıcı rol oynuyoruz? En az 11-13 yıl aldığımız formal eğitim bu geçişin neresinde? Prof. Dr. Ali Baykal’ın da belirttiği gibi öğrenci/öğretmen merkezli değil, müfredat merkezli eğitim programlarımızla nasıl bir bireyi ve toplumu yetiştirmeyi istiyoruz.
Kendime baktığımda, evde paslanan çamaşır ipini boyamak, bozulan elektrik prizini tamir etmek gibi donanım/becerilere sahip olmadığımı görüyorum. Bunları, günümün yarısını geçirdiğim okullarda öğrenmedim. Aslında çevremde yaşanan pek çok soruna karşı duyarlı olmayı da okuldan öğrenmedim.
Haşmet Babaoğlu’nun 12 Haziran’da Vatan gazetesinde yayınlanan yazısında “yeşil”in korunmasında eğitimle ilgili bir saptama vardı. Dikkatimi çekti:
“……öğretim-eğitimde ağaç sevgisi gerçekçi ve özendirici yöntemler yerine sözde “şiirsel” ezberciliğe dayanıyor.
Sakın kesme! Her dalından bir güzel kuş ses versin. Sakın kesme! Gölgesinde yorgun çiftçi dinlensin. Sakın kesme! Şu sevimli köye kol kanat gersin” diye şiirler öğretmek şehirli çocuklara hitap etmiyor. Üstelik bu tür yaklaşımlar çocukların zihninde yeşil ile kırı; ağaç ile köyü özdeşleştiren yanlış bilince katkıda bulunuyor.
O yüzden özellikle ilköğretim müfredatının çok somut biçimde ağaç sevgisine odaklanması gerekiyor; derslerin parklarda, orman alanlarında, botanik bahçelerinde yapılmasına alışılması gerekiyor”.
İnsan medeniyeti yüzünden dünya çapında yaşanan sorunların çözümünün pedagojik yaklaşımlarla sağlanacağını düşünen (Kyburz-Graber, et al., 2001) pek çok bilim insanı var. Bir anlamda “Eğitim Şart”. Bir çok reformist harekete rağmen eğitim hala dünyanın gerçekte ihtiyacı olan bireyi yetiştirmiyor görünüyor. Bu elbette sadece Türkiye’nin sorunu değil.
Evet, aslında doğa, şehir gürültüsünden ve stresinden tatil günlerinde kendimizi attığımız yeşil alanlar ve kuş sesleriyle sınırlı kalıyor çoğu zaman ya da ders kitaplarındaki doğa ile ilgili yazı ve şiirlerde.
1994 yılında Dünya Doğayı Koruma Vakfı’nın dünya çapında yaptığı bir araştırmaya göre öğretmenlerin %86’sı her hafta doğal çevrede 1 saat ve daha az zaman harcıyor. Buna karşın, doğayla ile geçmiş yaşantıları olan öğrencilerin doğayı sevme/anlama noktasında diğer öğrencilerden çok daha ileride olduğunu gösteren pek çok araştırma da var (Harvery,1986).
Görüyoruz ki teori ve pratiği birleştirmek önemli ve gerekli. Özünde doğa eğitimiyle yaşanması beklenen süreç bireyin “kişisel deneyimleri yoluyla doğayla duyuşsal bağlarını kurması, doğayı ve onunla bağlantıda olanları anlaması ve bilgilenmesi, doğayla bağlantıda olanları bireysel, toplumsal, ekolojik ve ekonomik görüşlerle değerlendirmesi ve bu değerlendirme sonucunda doğa için harekete geçme/mesi.
Ne güzel ki; doğayı gözlemleyerek, onun ritmiyle öğrenmeyi eğitim süreçlerinin merkezine almış sadece çocuğun değil bireyin eğitiminden bahseden örneklerin sayısı her geçen gün artıyor.
Bunun en başlıcaları daha önceki sayılarda da bahsettiğimiz alternatif okullar.
W. Steiner tarafından kurulan Waldorf okullarında her şeyin doğayla bir uyum içinde olması temel alınıyor. Eğitim de bunun bir parçası. Akıl/zihin, ruh ve bedenin birlikte sağlıklı beslendiği ve dengelendiği bir anlayışı merkez alan bu okullar, yaşanan günün de bir ritm/uyum içinde geçmesine özen gösteriyorlar. Her Waldorf okulunda farklı entegre çalışmalar olabildiğini unutmadan, felsefi kökleri çok derin olmasına rağmen, küçük ve biraz da genel bilgiler vermek istiyorum sizlere:
Hava şartları ne olursa olsun çocukların bahçede, doğada geçirecekleri zamanları var Waldorf Okullarında. Her çocuk, gerektiğinde lastik çizmesini, tulumunu ve yağmurluğunu giyerek çıkıyor dışarı.Okullar, genelde şehir merkezinde değil, yeşil bölgelerde ve büyük bahçeli. Bahçe sadece düz çimenli yeşil alanlardan oluşan bir yer değil. Okul coğrafyası korunuyor ama çocuklara göre dizayn ediliyor. Örneğin kaydıraklar tepelerin, tümseklerin arasına gizlenmiş olabiliyor.
Her sabah kendi ekmeklerini yapabiliyorlar çocuklar. Hatta bazı okullarda unlarını da öğütüyorlar. Psiko-motor becerilerinin kazanılması adına ellerinin ısınmasına ilk kil ile başlanıyor. Sonra yavaş yavaş yontma çalışmaları. Örneğin; 4.-5. sınıf seviyesindeki öğrenciler, bir dal parçasından ne yapabilecekleri üzerine çalışıyorlar. Bitki, Hayvan ve İnsan Bilgisi şeklinde verilen dersler disiplinler arası bir yaklaşımla ve doğanın bütüncül yaklaşımından kopmadan veriliyor. Örneğin bitkiyi yetiştiren toprağın nasıl verimli olması gerektiğini düşünürken bitki, su, güneş, hayvan, insan arasındaki ilişki de göz ardı edilmiyor. Buradan farklı toprak türlerine, iklimlere yani coğrafyaya geçiliyor. Tropik bölgelerde yetişen ürünler ile iklim arasındaki ilişkiler, burada yaşayan bireylerin özellikleri derslerin konusu oluyor. Öğrenciler, dokumacılık, bahçecilik, tarla sürme, marangozluk gibi elişleri ile maddeyi işleyerek kendi yaratıcılıklarıyla yeni şeyler ürettikleri pek çok uygulamalı dersi de alıyolar okulda.
Doğa ve eğitimi bir araya getiren bir başka örnek uygulamada Alice Waters adında bir şef tarafından başlatılan Edible Schoolyards Projesi. Bu proje, Martin Luther King Ortaokulu’nda uygulamaları yapılan organik bahçe ve mutfak derslerini içeriyor.
Bu yolla öğrencilerin sebzeleri nasıl yetiştireceklerini, farklı sebzelerin ihtiyaç duydukları koşulları, bunlarla beslenen canlıları, sebzelerin ne zaman ve nasıl hasat edileceklerini ve mevsimine göre yetiştirilecek ürünleri bilmeleri ve tanımaları, pişirme süreçlerini deneyimlemeleri sağlanıyor. Bahçede ve mutfakta gerçekleşen etkinlikler, doğal dünyanın aslında bizi nasıl sürdürülebilir bir şekilde beslediğinin yaşayarak anlaşılması ve fark edilmesini hedefleniyor.
Aslında bir anlamda da beceriler eğitimi veriliyor. Nasıl mı? “Her mutfağa gittiğimde bir şeyleri geliştirdim. Üçüncü gidişimde, bıçağı nasıl kullanacağımı öğrendim” (C. J., 6. sınıf).
Bahçede ve mutfakta verilen dersler ekolojik prensiplerden hareketle hazırlanmış. Kommunite, sürdürülebilirlik, çeşitlilik, sorumluluk, ağlar, sistemler, döngüler gibi konular, özellikle fen ve beşeri bilimler müfredatlarının merkezine alınmış. Bu konular, ‘Center for Ecoliteracy’ isimli bir kurum tarafından okulun misyonu gözetilerek uzun vadeli eğitsel hedefleri belirlenerek geliştirilmiş. Hazırlanan program 6, 7. ve 8. sınıf müfredatına yerleştirilmiş. Müfredat da, devletin koyduğu içerikten sapmadan ama klasik bir ders ortamından uzakta tasarlanmış.
Mutfakta yapılan çalışmaların farklı derslere nasıl entegre edildiğine bakıldığında çok hoş uygulamalarla karşılaşılıyor. Örneğin yemek yemek için yaptıkları yağın kimi dinlerde ne kadar önemli olduğu, yağın deri için önemi, dünyadaki yağ kaynakları, tüketimi gibi pek çok farklı disipline de geçiş yapılıyor.
7. sınıf öğrencilerinin ilk mutfak dersleri, farklı kültürlere ait yemek kitaplarının incelenmesine ayrılmış. Örneğin incelenen kitaplarda çili sosu, şekerli patates gibi alışık olmadıkları malzemelerle karşılaşıyor öğrenciler. Bu coğrafya ve yemekler arasındaki bağlantının kurulmasına yardımcı oluyor. Burada bahçe deneyimlerini de önemi büyük.
Bir başka derste; Meksika kültüründe yaygın olan bir ritüel gerçekleştirilmeye çalışılıyor. Çocuklar, ölen kişilerin ruhunu anmak adına ekmek yapıyorlar ve bu kişileri hatırladıklarına dair okulun farklı köşelerine kimi zaman bahçeye çiçeklerle, otlarla, tütsülerle süsleyerek altarlar yapıyorlar. Bu altarların her gün okul içinde şüphesiz farklı ziyaretçileri de oluyor. Kimi ziyaretçiler, bu altarlara kendileri de bir şeyler ekliyorlar. Bu bir anlamda yaşamın içinde doğum kadar ölümün de olduğu, yaşadığımız mekanda farklı din/dil/inanca sahip pek çok insanın var olduğunu fark ettiriyor öğrencilere. Tüm bunların kimi zaman tek tek söylenmeden doğal olarak yaşanması güzel olan.
Ya da öğrencilerin en çok yemekten zevk aldıkları Çapati. Bir Hint yemeği olan çapatinin yapım süresince, Hint insanlarının yaşam tarzları, yemeğe verdikleri kutsallık, üçüncü dünya ülkelerinin ekonomik ve sosyal durumları öğrencilerle bir bütünlük içerisinde inceleniyor.
Öğrenciler mutfakla ilk, okulun en küçük sınıfı olan 6.sınıfta karşılaşıyorlar. İlk derslerde, mutfakta kullanılacak materyaller tanıtılıyor, materyallerin yerleri, yapılacak işler, güvenli yemek pişirmek için aletlerin nasıl çalıştırılacağı, mutfağın kuralları gibi temel ama önemli işleyiş bilgileri veriliyor. Her mutfağa gelişlerinde şefle ana masada oturuluyor ve o günkü yapılacaklar konuşulduktan sonra öğrenciler küçük gruplara dağılıyor. Her grubun başında bir öğretmenin olmasına özen gösteriliyor. Bahçe ve mutfakta öğrencilerin aldıkları her sorumluluk öğretmeni de zenginleştiren bir süreç.
Her gün 30, haftada 300 öğrenci bahçeden gelen sebzelerin lezzetli yemeklere dönüşmesini sağlıyor. Öğrencilerin mutfakta ve bahçede harcayacakları süre ve sıklık yıllar içerisinde personelin ve öğrencilerin ihtiyaçlarına göre şekillenmiş. 6., 7. ve 8. sınıf seviyesinde her sınıf/öğrenci farklı dersler kapsamında mutfağa ve bahçeye geliyorlar.
Her bir mutfak dersi 2 saat. Yıl içerisinde mutfak dersleri 6. sınıf seviyesinde 9 hafta, 7.sınıf seviyesinde 6 hafta, 8. sınıfl seviyesinde 3 hafta sürüyor.
Öğretmenler ve bahçe personeli, haftada her biri 90 dakikadan oluşan 11 ders yapıyorlar.
Sıkça bu program dışında da öğrenciler ayakkabılarını/kıyafetlerini giyerek bahçeye çıkıp bahçedeki gönüllülerle çalışabiliyorlar.
Kompost, yeniden kullanım ve geri dönüşüm ilkesi de öğrencilere verilen temel kavramlardan. Kabukları soyulan meyve ya da sebzeler, kırıntılar atık plastik/alüminyum kaseler yardımıyla toplanıp komposta götürülüyor. Kompost yapımı sürecinde, solucanlardan bakterilere kadar pek çok farklı konuya geçiş yapılıyor.
Buğdayın ekilerek harmanlanması, un haline gelmesi, farklı malzemelerle karıştırılması, kullanılacak enerji gibi pek çok noktasıyla ekmek yapmak, kendi başına bir eğitim. Sonuçtan çok süreci merkeze alan bir eğitim. Ayrıca, mutfakta öğrenciler müthiş bir sosyal öğrenme içindeler. Çatışma çözümü,işbirlikçi öğrenme, saygı vb. ne ararsanız var bir anlamda. En temelde de eğlenerek öğrenme. Öğrendikleriyle mutlu olma. Öğrendiklerini yaşama aktarabilme. Küçük gruplar halinde çalışan öğrenciler, bahçelerinden topladıkları bu ürünlerle lezzetli mevsimsel yemekler hazırlamaya çalışırken her bireyin, mutlaka bir yemek hazırlamasına ve bunu paylaşmasına da özen gösteriliyor.
Martin Luther King Ortaokulu, bu anlayışla öğrencilerin ihtiyaçlarını merkeze alan, emeğe saygı duyan bir topluluk oluşturmak yolunda adım atmaktan gurur duyuyor. Çocukların yetiştirdikleri sebze/meyveyi tanımalarının, bunları arkadaşları için toplayıp öğle yemekleri için pişirmelerinin, ekolojik prensiplerin ve döngülerin ne kadar güzel bir eğitim aracı ve süreci olduğunu gösteriyorlar.
Doğa eğitiminin işlevselliğinin göstermek adına çarpıcı bir örneği sizlerle paylaşmak istiyorum. Bir başka Bahçe Projesi de, 1992 yılında Amerika’da suçla ilişkisi olan, sabıkalı ve işşiz insanların meslek edindirilmelerine, eğitimlerine devam etmelerine olanak sağlamak amacıyla oluşturulmuş. Bu yolla uzun vadede özellikle şehirde yaşayan toplumu olumlu yönde etkileme/dönüştürme hedef edinilmiş.
Geçmişinde sabıkası bulunan çoğu kişinin hapishaneden çıktıktan sonra eskisinden çok daha zor şartlarla karşılaştıklarını ve suça itildiklerini fark eden proje yöneticileri, özellikle bu kişilerin hapishanelerden uzak kalma çabalarına destek vermek adına başlamışlar Bahçe Projesine. Temel hedef: yaşam becerileri kazandırmak ve meslek edindirmek. Projenin bir ayağı yetişkinlerle bir ayağı da risk altındaki gençlerle yürütülüyor.
Projenin ilk yıllarında denenen sadece bu kişilerin meslek edindirmek adına bahçecilikle uğraşmalarıymış. Ancak, programın bu haliyle yetersiz olduğunu gören yürütücüler ona sosyal bir boyut katmışlar. Bahçede yetiştirilen organik sebzeler, San Francisco bölgesindeki ihtiyaç sahibi ailelere ve gençlik merkezlerine ücretsiz olarak dağıtılmaya başlanmış.
İlginçtir ki Bahçe Projesi, yerel bazda kurduğu ortak çalışma modeliyle San Francisco da suçu önlemede en başarılı toplum modeli olarak seçilmiş. Yapılan bir araştırmaya göre, Bahçe Projesine katılan eski mahkumların sadece %25 kadarı tekrar suç işliyormuş. Bu projenin topluma kazandırdığı sosyal olumlulukların yanında güvenlik harcamaları, rehabilitasyon niteliğinde açılan sosyal birimlerin azalması gibi ekonomik yanları da var.
Sebze ve meyvelerin dağıtımların yapıldığı bazı merkezlerde, halka getirilen sebzelerle beslenme ve yemek kursları da açılıyor. Proje kapsamında ayrıca, okul bahçesine tarım yapılacak alanının hazırlanmasından farklı mekanlardaki bahçelerin düzenlenmesine kadar çevrede gerçekleşen pek çok yerel projeye de destek verilmeye çalışılıyor. Projeye katılanların formal eğitimlerine de devam etmeleri teşvik ediliyor. Katılımcıların bir kısmı hem kolejdeki dersleri takip ediyorlar hem de dışardan isterlerse bilgisayar farklı kurslara katılabiliyorlar.
Bahçe projesinin özel ve devlet sektörünü birleştiren, onları ortak çalışmaya alan bir yanı da var. San Francisco Polis Bölümünden tutun da Orman Bakanlığına kadar 25 farklı organizasyonla çalışılıyor projede.
Projenin gençlerle çalışılan bölümü ise 2004 yılında uygulamaya geçmiş olan 38 haftalık bir eğitim programından oluşuyor. Bu programında benzer bir hedefi var: meslek edindirmek ve yaşam becerileri kazandırmak. Bunu da toplum merkezli projeler yoluyla yapmaya çalışıyorlar. 17-25 yaş arasındaki risk altındaki çocuklar, Bahçe Projesindeki başarılı dersleri takip ediyorlar. Dersler, Bahçe Projesinin sorumluları ve bölgedeki uzmanlar tarafından veriliyor. Ayrıca katılımcıların bireylerin, sağlıklı ilişkiler geliştirmesine ve pozitif kişilik gelişimlerini sağlamak adına yaşadıkları topluma dönük çevre projeleri üretmeleri isteniyor. Eğitim programının ilk dönemlerde okuma/yazma ve matematik gibi temel dersler, ikinci bölümde ise eleştirel düşünme, aktif dinleme, stresli konuşmalara hazırlık, öfkeyle başa çıkma gibi becerileri kazandırmaya çalışıyor.
Bir başka örneğimiz de Tayland’tan. Moo Baan Dek, çok zor koşullardan gelmiş de olsa her bireyin kendisini ve yaşadığı toplumu sevme ilkesinden hareket ederek tasarlanmış bir okul. Öğrenmenin mekanlardan bağımsız her yerde, özellikle doğada olacağına inanan bir felsefeyle kurulmuş. Bu okulun neden %70’ine yakınının ekilmiş alan ve ormandan oluştuğunu açıklıyor sanırım. Diğer bir adı Çocukların Köy Okulu olan Moo Baan Dek, Budizm’in temel elementleriyle A. S. Neill’in Summerhill Okulu’nu birleştiren bir yapı sergiliyor. Bir anlamda doğu-batı sentezi. Summerhill’de olduğu gibi öğrenciler hangi aktiviteye ya da derse katılacaklarına kendileri karar veriyorlar. Okulla ilgili kararların çoğu, her hafta Cuma günleri öğleden sonra gerçekleşen okul meclisinde alınıyor.Toplantıya tüm yetişkinler ve çocuklar katılabiliyor.
1979 yılında Moo Baan Dek tarafından kurulan okul, Tayland’ın başkenti Bangkok’a 3 saat uzaklıkta ve 32 hektarlık bir alan üzerine kurulu. Alan bir dernek tarafından okula bağışlanmış, binaların yapımına ise ‘Foundation for Children’ destek olmuş.
Avrupa’da yaşayan Tayland’lı kişiler ile Foundation of Children tarafından desteklen okul özel okul statüsünde. Moo Baan Dek, özellikle maddi durumu yetersiz öğrencilere ücretsiz barınma ve eğitim hakkı sağlıyor. Okul, Birleşmiş Milletler’in yoksulluk sınırının altında yaşayan dar gelirli ailelerden gelen ve potansiyellerini ortaya çıkarak sağlıklı çevre koşullarından mahrum kalmış öğrencileri bünyesine almayı özen gösteriyor.
Okulun organik tarım fikriyle tanışması ise Japon yazar ve felsefeci Masanobu Fukuoka’nın 10 yıl kadar önce okulu ziyareti ile olmuş. Fukuoka, okulun doğa ile varolan felsefi yaklaşımını derinden etkilemiş. Böylece, kimyasal gübrenin kullanılmadığı, böceklerle biyolojik yollarla mücadele eden, kendi kompostunu yapan bir okula dönüşmüş Moo Baan Dek. Buradaki en önemli öğelerden biri de bu sistemi ayakta tutan ve devam ettiren öğrenciler, onların sürece aktif katılımları. Burada öğrencilerin Budizm’deki içsel eğitimlerinin yanı sıra entelektüel taraflarının farklı kitaplar, filmlerle zenginleştirilmesine özen gösteriliyor.
3 yaşından 6. sınıfın sonuna kadar eğitim veren okulda öğrenciler batik yapımı, seramik, giysi dikimi, elektronik araçların tamiri gibi beceri kazandırmanın yanı sıra pek çok sanatsal ve kültürel çalışmalara da katılıyorlar. Okulun 10 öğretmeni, 10 kadar da personeli var. Farklı zamanlarda okulu ziyaret eden gönüllü kişilerde var.
Okulda, farklı yaştaki yetişkinler ve çocuklar bir arada yaşıyor. Temizlik, yemek pişirme, boyama, aylık yemek bütçesi oluşturma, bahçeyle ilgilenme gibi yapılacak işler için birlikte karar alınıyor. Şu an okulda bu şekilde yaşayan 13 ev var. Bu, okuldaki bireyler arasında sosyal iletişimi arttıran bir uygulama.
Okul atmosferi ve müfredatı farklı geçmişlere sahip öğrenciler düşünülerek tasarlanmış. Çocukların, temel ihtiyaçları garanti altına alınıyor. Onların kendilerini mekanda güvende hissetmelerine önem veriliyor. Okulda, doğal bir çevrede yaşayan her bireyin; bağışlama, nezaket, özgürlük, sempati ve cesaret gibi özelliklerle donatılmasına destek vereceğine ve duygusal streslerden ve davranışsal zorlanmalardan uzaklaşacaklarına inanılıyor. Ne mutlu ki Moo Baan Dek, bu inancını çoktan yaşama dönüştürmüş.
Bir eğitimci olarak ben ne yapabilirim diye düşünüyorum hep. Okul bahçelerini düşünüyorum. Şehirdekileri düşündüğümde nedense aklıma sadece bir basket postası ve kenarlarındaki kavak ağaçları geliyor. 19. yüzyıla kadar okulların dış mekanları sadece oyun ve sportif amaçlar düşünülerek dizayn edilmiş ve kullanılmış. Değişen eğitim anlayışı eğitimin sadece bina içinde değil çevresiyle de bir bütün olduğu üzerinde durmaya başlaması, okul mekanlarının çocuğun sadece fiziksel veya sosyal değil, entelektüel gelişime de olanak sağlayan bir şekilde tasarlanmasına neden olmuş. Bunu kaç okul eyleme dönüştürmüş acaba.
Çok zor değil aslında. Örneğin okul mekanında yer alan bir “doğa koridoru”. Varolanı yıkarak da değil. Betonu dökmeden önce düşünmek. Okulun kendi coğrafi özelliklerini bozmadan yapılacak uygulamaları düşünmek. Bu tabii ki birçok dersin müfredatına uygun olan pratikleri de içerebilir aslında.
Burada sorulması gereken iki temel soru var: okul alanı ile hangi tür deneyimler sağlamak istiyoruz ve bu alanlar hangi öğretme ve öğrenme etkinliklerine hizmet edecek?
Evde ya da okuldaki bir bahçenin, bireyin sosyal ve biyolojik ilişkileri gözlemleyebileceği minik bir ekosistem olduğunu düşünerek, her bir bitkinin farklı bir toprağa ihtiyaç duyduğunu gözlemleyebileceği, beş duyularıyla yaptığı gözlemleri her gün ilk dersin 5 dakikasında paylaştığı, olanaklar çerçevesince resimlediği belki fotoğrafladığı bir okulu yaşatmak çok da zor olmayabilir belki. Hızlı tüketim, tüket/at kültürüne karşı da çocukların emek vererek tekrar tekrar kullanabilecekleri kalıcı ürünlerini geliştirmelerini sağlayabiliriz. Hikayeleri masalları onlarla kurgulayabiliriz. Kendi eğitim araçlarını üretebilirler böylelikle. Hepimiz, evimizin bahçesinde bir kompost kurup çocuğumuzla, apartmandaki, mahallemizdeki insanlarla başlayabiliriz. Ya da bahçemizi, okul öğrencilerinin haftada bir gelerek incelemesine olanak sağlayabiliriz. Belki bu ve pek çok farklı yolla kendi ürününü yetiştirmeyi çok iyi bilen Anadolu insanını unutmamayı da başarırız.
Freire’nin dediği gibi, eğitim politiktir. Yukarıda gördüğümüz doğayla öğrenme sürecine giren her okul sanırız ki duyarsız, donuk, eleştirel düşünceden uzak bireyler oluşturmak adına bu zor yola bir anlamda girmemişlerdir. Kimimiz için bir hayali denemişler ve gerçekleştirmişler.
Eğitim, sadece eğitimcilerin işi olmamalı Bunu yeterince denedik sanırım… Eğitim, hayalleri ve umutları olan bireylerin olmalı. Belki de ancak bu yolla ötekine saygı duyan, farklı kimlikleriyle varolmayı başaran, savaş haberlerini izlerken duyarsızlaşmayan bir özgür topluma dönüşebiliriz.
KAYNAKÇA
Freire, P. (1995). Ezilenlerin Pedagojisi, D.Hattaoğlu ve E. Özbek (çev.), İstanbul: Ayrıntı Yayınları.
Kyburz-Graber,R., Halder, U., Hügli, A. ve Ritte, M. (2001). Umweltbildung im 20.Jahrhundert: Anfange, Gegenwartsprobleme,Perspektiven,Waxmann,Munich, 2.
Margarete R.H. (1986). Learning About Ecology Through Contact With Vegetation, Ecology in Education, Monica Hale (ed.). Great Britain: Cambridge University Press.
World Wildlife Fund (WWF), (1994). Windows on the Wild: Results of a National Biodiversity Education Survey.Washington, D.C.
Gardening Project, http://www.gardenproject.org/thegardenproject.htm
The Edible Schoolyard, http://www.edibleschoolyard.org/
Children Village School, http://www.ffc.or.th/mbd